31 Aralık 2011 Cumartesi

Muz...

           
            O yıllar yılbaşıların şimdiki gibi salt alışveriş çılgınlığı boyutuna indirmediği yıllardı! Ailecek ya da komşular arası toplanılır, imece usulü birbirinden güzel yemekler yapılır, bu yiyecekler yıl içinde sıklıkla pişmeyen türden , özel yiyecekler olurdu.Ama bana sorarsanız, yılbaşının en özel yiyeceği  muz olurdu! Muz o yıllarda çok pahalı bir yiyecekti!  İthal yiyecekler ateş pahası olduğundan el uzatmak cesaret isterdi, o yüzden  yıl içinde girmezdi evlere pek.Ama yılbaşılarda ne yapılır edilir, paraya kıyılır, muz baş köşeye konulurdu! Portakalların, mandalinaların, elmaların en üstüne konan sapsarı hevenkler,    bütün günün çabası, el emeği yiyeceklerle  donatılmış sofranın şımarık ve haksız yıldızı olurdu bir anda! Kimin umurundaydı ki, top köfteler, sınırsız patates kızartmaları, çikolatalı pasta? Her yılbaşı  gönlümce yiyebileceğim kadar çok muzumuz olduğunu bilmenin keyfi hiç biriyle kıyaslanamazdı nazarımda..
           O vakitler ağaç mağaç da süslemezdik yılbaşılarda! Noel baba imgesi, sadece kaldırımlar boyu kurulan kartpostal tezgahlarında satılan  pırıltılı kartlarda boy gösterirdi.Öyle ilgili ilgisiz herkesin birbirine kırmızı iç çamaşırı hediye etmesi  zevzekliği de yaşanmazdı!  Bolca koyu sohbet, içkiyle çakır keyif olup gevşeyen dost ortamı, çocukların  "yapma, etme" lerle sık boğaz edilmeden, kendi haline bırakıldığı uzun bir gece.Tombala, kendi kendine tıngırdayan, sohbetin arasında kaynayıp giden televizyon yayını, sadece gece 12:00' ye az kala arz-ı endam edecek olan dansözün heyecanla beklenmesi.Ve muz! Heyhat! Muzun bir yenme saati vardı. Yeni yıla girdikten sonra, gecenin en demli anında buluşulurdu muzla!Büyükler çocuklar doya doya yesinler diye pek şehvetle girişmezdi muza! Çocukların ellerinde, kabuğu  yarıdan aşağı dökülmüş muzları afiyetle mideye indirişlerini izlerken çoğu kez kıkırdaşmayı yeğlerdi onlar!Sadece muz seremonisi bile özel kılmayıa yeterdi yılbaşı gecelerini.
          Gün oldu devran döndü. Muzlar , birer kefal büyüklüğüne erişip, sıradan mahalle manavının tezgahına kadar indi.Sıcak ülkelerde, ucuz emek sömürüsüyle  yetiştirilen, tatsız tuzsuz, samansı ama devasa meyveler olarak sunuluyor bize.Zengin, orta halli yada yoksul herkesin satın alabileceği sıradan bir yiyecek artık. Muzların o eski tadını kaybetmesiyle yılbaşı sofralarının özel hiç bir yiyeceği de kalmadı. Muzla birlikte ,yılbaşılarda dansözün umursandığı, sohbetin koyulaşıp, insanların yakınlaştığı ve birbirleriyle deva buldukları ortamlar da bitti.Alışveriş ve tüketme çılgınlığına teslim, istemeden , çok da keyif almadan atlatılan rutin özel günlerden birine dönüştü yılbaşılar.
         Muz; yaşamımızda yoksunluğunu duyup, hayalini kurup, çok sınırlı olarak elde edebildiğimiz ve elde ettiğimizde de bunu hazzını sonuna kadar yaşadığımız her şeyin  simgesiydi !Ne zaman ki,muz; enva-i çeşit tropikal meyvenin yanında artık  neredeyse yüzüne bile bakılmayan sıradanlığa erişti, bizim yaşamlarımız da basmakalıp ve heyecansız süreçler oluverdi...
         Oktay Akbal " Önce Ekmekler Bozuldu" der ama bana kalırsa önce muzlar bozuldu.
         Gönlümüzce bir yıl olsun hepimize...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Günah Çıkarma Kabinleri

              Başımızı ne yana çevirsek, Dersim var bu ara! İlgili ilgisiz herkes, uzun uzun beyanat veriyor bulduğu bir mikrofona ya da gazeteye! Sanırsın %99'u müslüman olan memleketimizde , hıristıyan adeti olan " günah çıkarma" en baş gelenek olmuş! 
- Affedin peder!
-Anlat evladım!
-Dedemin babası var benim peder, Çolak Nurullah derlermiş adına..
-Eeee?
-Kendisi üzerinize afiyet , çocukken bir gün ceviz ağacından düşmü...
-Evladım, bırak şimdi dedenin nasıl çolak kaldığını anlatmayı! Sadede gel, sırada çok kişi var!
-Peki peder! Bu benim Nurullah atam, 1938 senesinde Dersim' de komşusunun 4 koyununu çalmış!
-Sadece 4 mü?Bir şey değil. Çabuk affedilir o!
-Ama sadece çalsa iyi!
-Ya ne yapmış?
-Gitmiş, komşu kasabada satmış çaldığı koyunları!
-Olsun evladım, Tanrı onu da affeder!
-Sadece satsa iyi!
-Allah Allah, bu defa ne yapmış?
-Koyunları sattığı çiftçinin gece ağılına girip, koyunları geri çalmış!
-Niye yahu?
-Bir sonraki kasabada satmak için!
-Bildiğin düzenbazmış  senin atan!
-Maalesef öyle peder! Affedin  peder!
-Evladım, üzülme, her devirde olan bir şey bu! Hırsız hırsızdır! Bu anlattığının Dersim' le ilgisi yok ki!
-Var peder, nasıl olmaz?
-Nasıl olur?
-Şöyle olur, anlatayım ben size. Şimdi bu benim Nurullah atam , sattığı koyunları bir sonraki kasabada sata sata giderken en nihayet dönüp gene Dersim' e gelmiş. O vakte kadar Dersim yanmış, yıkılmış, taş üstünde taş kalmamış. Koyunlarını çaldığı komşusu atamı görünce sevinçle boynuna atılmış. "Sen nerelerdeydin, bizim başımıza neler geldi, perişan olduk biz!" demiş.. Atam hin ya, bilmezden gelmiş. "Ben gurbete çıkmıştım!" demiş.Komşusu "Biz çok açız!"  demiş. "Kıran girdi, kıtlık oldu burada!" demiş. Atam demiş ki, "Üzülmeyin ben de 4 koyun var, yarısını size satarım!" demiş. Komşusu çok sevinmiş. Bakır kap kacağının hepsini atama vermiş. Atam koyunları paylaştırmış.
-Evladım sen yazıyosun gibi geliyo bana ya hayırlısı!
-Haşa peder..Dinleyin, dahası var..
-Tanrı beni affetsin ama dinleyeceğim galiba! Anlat!
-Komşusu üstüne para verip kendi koyunlarını  satın aldıktan sonra, binbir dua ederek atamın yanından ayrılmış. Atam..
-Dur tahmin edeyim. Elinde kalan koyunları aynı usulle satmak için yeniden yola mı koyulmuş?
-Nereden bildiniz?
-Tarzını öğrendim diyelim! Eee sonra?
-Kalan iki koyunu bu sefer tam ters istikametteki kasabalarda sata sata dönmüş dolaşmış, Dersim' e geri gelmiş.
-Hah! Komşusu da orada tabii!
-Vallahi bildiniz!
-Zekiyimdir!
-Sonracığıma peder,...Ahh.. Bir dakika yaa, ne oluyo, bırakın beni, siz de kimsiniz?
-O da ne? Ne işiniz var burada memur bey, neden çullandınız bu adamın üstüne ?
-Geri çekilin peder! Bu adam  bir kanun kaçağı!  En nihayet kıstırdık!
                        ALTUNİZADE' DE OLAY!
                        İstanbul Altunizade  Günah Çıkarma Kabini'nde  dün beklenmeyen bir olay yaşandı. Dersim olaylarında parmağı olan -olmayan herkesin isterlerse günah çıkarabilmesi için yurt genelinde belli başlı noktalara kurulan  ve  iyi Türkçe bilen, konusunda deneyimli ithal  pederlerin görevlendirildiği  kabinlerden biri olan Altunizade Günah Çıkarma Kabini' nde,  saat 14:00 sularında, adının sonradan Saffet Civanmert olduğu öğrenilen bir vatandaşın merkeze herhangi bir vatandaş gibi girdiği, görevli pederi uzun süre meşgul ettikten sonra, polis tarafından aniden yapılan baskın sonucu ele geçirildiği öğrenildi. Saffet Civanmert' in ÖSYM skandalı yaşandığı yıl sınavı kazanamadığı, Van' a akrabalarının yanına çalışmaya gittiği sırada büyük depremi yaşadığı, Yeşil Kart uygulaması kaldırıldığı için tedavi masraflarını karşılayamadığı, bu sebeple Başbakanlık önünde kendini yakma girişiminde bulunduğu,  son dönem  komando er olarak askere çağrıldığı halde teslim olmadığı , bedelli  parası bulabilmek için başarısız bir kaç banka şubesi soygununa karıştığı ancak her seferinde polisin elinden kaçmayı başardığı bilgisi alındı. Polisin uzun süredir peşinde olduğu Civanmert, bir süredir koyunların başrolde olduğu uyduruk hikayelerle Günah Çıkarma Kabinlerine dadanmıştı ve canından bezdirdiği pederlere görevi bırakma aşamasına getiriyordu. Bu durum;büyük beklentiyle açılan Günah Çıkarma Kabinlerinin istenilen amaca hizmet edip etmeyeceği konusunda endişeye yol açtı. Konunun ilk Bakanlar Kurulu toplantısında masaya yatırılması bekleniyor...
                            

11 Eylül 2011 Pazar

12 Eylül

Kenan Evren' in bildiğimiz en ünlü tablosu, düz karanlık bir fon üstüne kan kırmızı fırça DARBElerinden oluşan sürrealist çalışmasıdır! Dünyanın en pahalı tablosu olarak da bilinir. Söz konusu tablo, tüm Türkiye tarafından % 92 oyla satın alınmıştır...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Meclis İçi Eğitim

               Haber şu: Milletvekilleri yoga ile rahatlayacak!
             Tekrar tekrar okudum, yanlış mı anlıyorum diye! Yooo, basbayağı doğru! Milletin vekili, bildiğin yoga yapacak!
             Yok yok, kesinlikle Meclis TV'den naklen yayınlanmalı bu seanslar! Reytingin kitabını yeni baştan yazmazlarsa ben de Ümit değilim!
_Rüknettin vekilim, hadi geç kalmayalım, yogocu bekler!
_Yav Samet vekilim, benim eklemler tutmuyo, o yogeci  bizi gene gemici düğümü edecek , gelmem ben!
_Abim, yogonun amacı o zaten! Önce düğüm olucen, sonra çözülcen!
_Bırak allasen, geçen gün Hamza vekilim tam çözülürken bir koyverdi, burnumun direği koptu!
_Amma yaptın sen de!  Hamza vekilim ne etsin garip?  Meclis lokantasının yemekleri çok ağır!
             Milletvekillerimizin "yoga" sözcüğünü bile doğru telaffuz edeceklerinden endişeli olduğum,  yukarıdaki konuşmadan anlaşılmıştır sanırım.. Bence  muhteremler yogaya başlamdan   önce, Hızlandırılmış Doğu Felsefesi dersleri  ve telaffuz egzesizleri almalılar! Motivasyonu sağlamak içinse;  hepsine birer "Çekirge" ünvanı verilmeli ve eğitmen olarak kör  ak sakallı dedeler tutulmalı! Ne de olsa , Kung-Fu ve Shogun dizileriyle yoğrulmuş bir nesil var bi ülkede!
              Efendim, durun! Daha  bitmedi! Haberin bir de devamı var:
"İsteyen vekile beden dili eğitimi de geliyor. Vekil, dokunma, vücut duruşu, mimik ve gözlerin kullanımı gibi konularda iletişim tekniklerini öğrenecek. Eğitim içinde dinlemeye önem verilmesi, göz teması kurulması, sorular sorulması gibi taktikler var."
_ Ohhaaa yani Ferman vekilim, ohhaa?
_Ne oldu yav?
_Daha ne olsun? Pantulunun  önünü düzeltiyosun anladık da, bu arada benimle göz teması niye kuruyosun abi?
_E hoca dedi ya içeride, göz teması mühüm şeymiş! Seni mühümsüyorum manasında yani..
_ Sen dersi nerenle dinledin Ferman vekilim allasen? Bi kere pantul önü düzeltme hareketi, komple Beden Dili müfredatında  yok, bu bir! Göz teması demek, gözü dikip bakmak demek değil bu iki! Gözünü seveyim, başka tarafa bakarak düzelt pantulunu!!!!
              Bir yandan milletvekili olabilmek için ilköğretim seviyesini yeterli sayacaksınız,  diğer yandan  Meclis çatısı altında yok Yoga, yok Beden Dili gibi üst düzey eğitimler vermeye çalışacaksınız!  Kel başa şimşir tarak lafını duymuşluğunuz var mı?
            " Eğitim sadece kitaplar devirmek değil "diyeceğim, klişe kaçacak! Öyle ama! Eğitim seviyesi yükseldikçe, insan evladı yontulur! İstese de istemese de bir kalıba girer! E iyi de sen ilkokul mezunundan milletvekili yaptın!  Nasıl olacak bu iş? Ne yani,  ilkokul mezunu vekil amcamın önce Meclis İçi Eğitimle  diploma seviyesini yükseltmeyi filan mı planlıyorsunuz yoksa?
_Çok mutluyum, çok! Lise diplamamı aldım hayırlısıyla!
_Oooo Sebati vekilim, gözün aydın! Meclis Dışarıdan Lise Bitirme Kurslarının en parlak talebesi sen olmuşsun, duydum!
_He valla, azmettim başardım!
_ Bravo! Hayırlısıyla Meclis Üniversitesi yasasını da çıkarttık! E sen bu hızla, doktor da olursun artık!
_ Kısmetse!
              Lütfen beyler, vazgeçin şu Amerikan işi pazarlamacılık  numaralarından!  Yapmacık duruyor üstümüzde! Bırakın, Meclis dağınık kalsın bari !... 

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Yalanım varsa!

                    İnsan neden yalan söyler? Hele hele yalan olduğunu hem kendisi hem karşsındaki biliyorken yine de niye söyler?
_Gözü kör olmayasıca, gene mi yatağı ıslattın?
_ Ben yapmadım! O yaptı!
_ Seni yalancı! Oyuncak ayıya suç atmaya utanmıyor musun?
                           Bir de beyaz yalan diye bir şey var! Beyaz renk niye seçilmiştir bu yalan türü için , bir türlü  anlamam. En çabuk kirlenen renk değil midir beyaz? Üstelik " Bütün renkler  hızla kirleniyordu. Birinciliği beyeza verdiler!" demişken şairin biri..
_Nevbahar, sen biraz zayıfladın mı ne?
_ Ayyy, deme Şahap? Hakket mi?
_ He valla. Eskiden bu elbiseden göbeğinin çemberi çok belli oluyodu!
_Hıı? Göbeğimin çemberi mi?
_ Yok ya, öyle değil, yani biraz daha yapışıyordu üstüne!
_Bühüü. Şişkoyum ben, şişko diyosun bana!
_Ya yok, tövbe tövbe..Zayıflamışsın diyorum!
_ Hayır, ben anlarım! Tamam Şahap , boşanalım!
                        Yalanı kıvırdıktan sonra lafı kıvıranlara da sık rastlanır!
_Muazzez, Allah belamı versin o kadınla yemeğe gittiysem!
_Sus alçak! Kimi kandırıyosun sen? Bana kıyma bile almayan adam, elalemin yosmalarına yemek paraları saçıyor dışarıda!
_Ne zaman istedin de almadım sana kıyma?
_Geber Nuri! Konumuz kıyma mı?
_Fakat aşkım, gözümün nuru, senin üstüne  köfte yapanı tanımam  ben!
                          Yalanda ki güdülenme hep ilgimi çekmiştir. Sakın ,benim  hiç yalan söylemediğim gibi bir iddia anlaşılmasın! Çok gerekmişse mutlaka yalan söylemişimdir ben. Herkes gibi. Benim merak ettiğim şu: Bir alışkanlık olarak yalan nasıl bir şeydir? Yalancının mumu gerçekten yatsıya kadar yanıyor olduğu halde, illa yatsıya kadar hakkını kullanmakta ki ısrar niyedir?
_Valla billa, iki gözüm önüme aksın, yalanım varsa şurdan şuraya gidemiyim Şinasi abi...
_Sus ulen! Dilenci edebiyatına bağlama! Kasadan para tırtıkladığını adım gibi biliyorum!
_Bak , Şinasi abim, nah şuraya yazıyorum, kim gammazladıysa  yalancının önde gideni!
_Kes tıraşı mendebur!  Kovuldun, naş hadi naş!
_ Tamam kov abi! Kov ama önce beni bi dinle!  Benim de bir haysiyetim var abi!
_Hee haysiyet, evet! Kamera kayıtları gösteriyo haysiyetini! Ulen haysiyetsiz, ilaçlık para bırakır insan kasada!
                        Bir de insanın  kendine söylediği yalanlar vardır! !
_Bu pazartesi kesin başlıyorum diyete!
_Son akşam şöyle bir baktım mı ders notlarıma, Ekonometri ' den 100' ü çakarım!
_Altılı yattı mı? Hadi yaa? Amaan olsun, bugün oynadığım kesin tutacak, içime doğuyor!
_Kısa saç beni genç gösteriyor!
_O beni boynuzlamadı ki! Ben zaten  bıkmıştım, terk edecektim!
                       Ben en çok yalan söylemesi gerektiği halde doğru söyleyenlere gülüyorum.
_Baba , sınıf birincisi oldum!
_Aferin oğluma! Hangi derste?
_Yok baba ya, devamsızlıkta!!!
                       Bir de politikacı yalanları var! Halk arasında en sevilen yalan türüdür bunlar!
_Herkese iki anahtar!
_Üç vakte kadar AB' deyiz!
_Okumayan kızımız kalmayacak!
_Vergi affı yok!
                      Yalan günlük hayatın bir parçası! Buna itiraz edene ancak gülerim! Önemli olan hiç yalan söylememek değil bence. Önemli olan, ne zaman, kime ve neden asla yalan söylenmeyeceğini bilebilmek! Bunun ayrımına varmak içinse vicdanıyla birlikte yüreğini de işe koşmalıdır insan..Çünkü ne biri, ne de diğeri tek başına bu ayrıma varamaz!
                      Yalansız bayramlar dilerim!
                  

28 Ağustos 2011 Pazar

Boşuna ...Aziz Nesin'den

Sen yoksun.........
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki.....
Boşuna bu nehir......
Çırpınıp pırpırlanması.....
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...
Uzar uzar gider..
Boşuna yorulur yollar..
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki..
Özlemlerde ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız..
Birlikte ağlayamayacağız ki
Seviyorum seni boşuna..
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı bölüşemiyeceğiz ki ... 
AZİZ NESİN

26 Ağustos 2011 Cuma

Nazım' dan bir şiir...

Vicdanla birlikte.. "şeref" ararım ben sevdiklerimde;
Her zaman doğru değildir 
elbet seçimlerim..
Zaman gelir "şerefsizleri" de severim..

Her yerde gözüm kulağım vardır benim.
"Eksik söylemek yalan söylemek değildir !" mantığındaki
Beni değil kendini kandırır yalnızca...
Bilmezden gelişlerim aptala yatışlarım
Kaybetme korkumdan değil,

 karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır...
"inkar" olmaz benim hayatımda..
Yaşananı "yaşanmamış" saymam
Sayanları da saymam...
Kelimelere sığmaz sayfalar sürer beni anlatmak
Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın;
Yaşayan bilir beni..
Yaşamayan anlamaz...

"Ağırdır sevmelerim, Her yürek taşıyamaz..
Büyüktür umutlarım, Her omuz kaldıramaz.."

Nazım Hikmet Ran

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Sayın müftüm!

                        Akşamdan kalma bulaşıkları toparlıyorum. Televizyon açık. Hangi kanal olduğunun önemi yok, birisi açık olsun da..TV' nin sesi beni hep sakinleştirir. O mekanik, rutin ses, bulaşıkların dayanılmaz sevimsizliğini biraz olsun gölgelese yeter!.
                        Ekranda sabahları yayınlanan kadın programlarından biri. Boylu poslu şarkıcı bir kız, Petek' miydi adı, o sunuyor! Baş konuk; emekli bir müftü! Nereden alakaysa bir müftü sabah şekeri programına katılmış! Konu: Geçenlerde şort giydiği için otobüste tartaklanan genç kız! Müftümüz,  gün görmüş, kelli felli bir beyzade! Diyor kİ;  " Çok günahtır!"  Bu söz üzerine diğer konuklar kendi aralarında  mırıl mırıl fısıldaşıyorlar " Evet, evet! Çok günah! Hoca doğru söylüyor!"... Müftünün bu ani çıkışına doğrusu  ben de memnun oluyorum . Fakat. hemen sonra, " Ama biz müminler de ramazan ayında  usulünce ve edebiyle giyinmek zorundayız, değil mi efendim?!" deyiverince memnun oduğuma o an pişman oluyorum!
                        Müftünün bakış açısı tam da tahmin edilen gibiymiş meğer! "Nihayet bir din adamı mantıklı mı konuşacak,  akla yakın açıklamalar mı yapacak?" beklentim anında uçup gidiyor haliyle! Mesaj açıkça şu: " Ramazanda şortla insan içine çıkarsan dayağı yersin!"  Neydi o Konya Selçuk Üniv. profesörünün adı? hafızam da nanay bu arada, o Profesör zat da kadın kısmına doğru dönüp  "  Dekolte giyersen tecavüzde yarı yarıya suçlusun!" buyurmuştu! Bu adamların hepsini sıraya dizsen, ayırt edemezsin, bu kadar mı basmakalıp olunur yahu?
                      Emekli müftümüzün incileri program boyunca sürdü. Hele, otobüste şort giydiği için dövülen genç kızla türbanlı diye üniv.den içeri giremeyen genç kızları aynı kefeye koyarak " Bakın birine karşı çıkarken, diğerine sessiz kalamazsınız!" demesi sadece beni değil Neşe Erberk gibi aklı başında diğer konukları bile çileden çıkattı! Müftü vurucu darbeyi, bir müslümanın kılık kıyafetinin ne olacağına dair Kur-an' dan bilgiler vererek yaptı! Yani ister ramazan ayında olsun, ister başka bir ayda olsun, nasıl giyinileceğini kutsal kitaba göre, hem stüdyoda bulunanlara hem de ekran karşısındakilere açık açık beyan etti.Müftümüzün programa esas geliş sebebinin ne olduğu da böylece anlaşılıyordu! Propaganda yapmak!
                     Müftü büyüğümdür. Haşa saygısızlık yapmak istemem. Ama misal ben o programda konuklardan biri olsaydım, benim diyeceğim bir kaç şey olurdu.Mesela şöyle:
1-) Sayın müftüm, ben bir kadınım ve bir erkeğin tahrik olması ihtimaline göre yaşam sürmek istemiyorum! Ne ölçüde ve ne biçimde tahrik olacağını kestirmem mümkün olmayan yabancı erkeklerin günlük yaşamımda belirleyici olmasını reddediyorum! Erkeklerin uçkurlarını kontrol edebilecek tek organ olan beyinlerini kullanmasını daha uygun buluyorum! Ben niye eziyet çekiyorum ki, o kendini adam etsin!
2-)Sayın müftüm; otobüste şort yüzünden dövülmekle  türban yüzünden üniv. e girememek asla aynı şey değildir! Otobüste sıradan bir vatandaşa şort giymeyi yasaklayan o otobüsteki bir diğer sıradan  vatandaşken, üniv. de kılık kıyafeti belirleyen üniv. yönetimidir. Bu yönetimlerse mevcut yasa ve yönetmelikleri gözetirler.Tıpkı camiden içeri hangi kıyafetle girilecebileceğinin din kurallarınca belirlenmesi gibi!
3-)Sayın müftüm, "Müslümanın giyim kuşamı" diye bir şekil şartı bütün topluma dayatılamaz! Toplumda sadece müslümanlar yaşamıyor, yaşamını din kurallarına sıkı sıkıya bağlı geçirmek istemeyen sıradan insanlar da  var, gayri müslimi var, ateisti var! Sizin bu görüşünüz belli bir dini hakim kılmaya çalışmaktır! Eğer kılık kıyafet kadar basit bir kavram bile müslümanlık bazında belirlenecekse, bunun sonu bütün diğer kavramların da müslümanlık bazında değerlendirilmesine varır ki, bunun adı din devleti olur! Türkiye din devleti değildir, olmamıştır, olmayacaktır! Saygılarımla...
                  

21 Ağustos 2011 Pazar

Bu nasıl yazarlık?

İhanetten edebiyat üretemiyorum. Yalandan, riyadan, utanmazlıktan şiir olmuyor...Beş para etmeyen hiç bir şeye tek cümle bile kuramıyorum, sanat adına...Bu nasıl yazarlıksa?:)

16 Ağustos 2011 Salı

Onur...

                      Onurlu olmamak için neden ısrar edilir ki? Onurlu olmaktır oysa, kolay olan!...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Özledim seni...(Can babanın yıldönümü münasebetiyle)

Özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek.... Yazar : CAN YÜCEL

9 Ağustos 2011 Salı

Erkek kısmısına bir tüyo!

                        Kaan ve Mete, standartın dışında bir radyo programı sunan iki genç adamdır!
                        Kaybedenler Kulübü adlı filmden söz ediyorum! Ben daha ilk sahnesinden itibaren  Amerikan bağımsız sinemasına öykündüğünü düşündüm ama yine de sıkılmadan izledim. Türk sineması tarihinde iz bırakacak bir film değilse de ; Nejat İşler hayranları için bulunmaz bir fırsattı bence!  Onun, o insanın içine işleyen , sığınma arayan , huzursuz bakışlarını bol bol izleme şansı veriyordu film!
                       Filmin bir sahnesinde, Mete , Kaan' a şuna benzer bir şey söyler:
_Neden kadınlar, bizi biz yapan özelliklerimize aşık olup, sonra da onları değiştirmeye kalkarlar?
                       Cevabı bu kadar basit bir sorunun filmin ana temalarından biri  gibi sunulmasına şaştım kaldım doğrusu! Yeni nesil bu kadar cahil olabilir mi sahiden?
                        "Peki, cevap ne?" mi dediniz?  Çok basit ,şu!:
                        Erkeklerin kendilerini kendileri yapan özellikleri bir kadın tarafından algılanıp, beğenilip bir de aşık olmaya kadar gidiyorsa,  işte orada kadın için tehlike başlıyor demektir! Zira o dakika , benim aşık olduğum yani seçtiğim  adamın  başka bir  kadının da dikkatini çekme olasılığı doğmuştur! Ya başkası da ona aşık olursa ? Telaş budur artık! Ama eğer erkek, onu kendisi yapan ve bir kadını aşık etme potansiyeli olan özelliklerini gizlerse, başka bir kadının dikkatini çekme şansı zayıflayacaktır! Kadınların erkeği değiştirmeye çalışmak sanılan tavrı, aslında erkekten o özelliklerini başka kadınlara yansıtmaktan geri durması beklentisidir!
                       İnci gibi dişleriyle çok güzel gülüyorsa, başka kadınlara gülümsemesin!
                       Çok güzel gitar çalıyorsa, başka kadınlar şarkılarını dinlemesin!
                       Çok komikse başka kadınları güldürmesin!
                       İnsanın gözünün içine içine bakıyorsa, başka kadınlardan gözünü kaçırsın, bakmasın!
                       Bu beklentilerin sebebi, sanıldığı gibi öncelikli olarak erkeğin bir başkasına aşık olacağından korkmak değildir! Başka bir kadının da o erkeğe aşık olmasından korkmaktır! Bu; önünde sonunda bir rakiple karşı karşıya kalacak olmak demektir çünkü!  Ve  bir rakiple karşılaşan kadın için, artık sadece iki seçenek vardır:
                     1- Savaşır! Sonunda  kazansa da , değişmeye yanaşmayan bir erkek için  bu tip bir savaşa sürekli hazır olması gerektiğini bilir! Her savaşın sonunda onu yeniden kazandıkça, sahibi olduğunu  sanarak kendini kandırmaya devam eder ! Taa ki bir gün savaşı kaybedene kadar! Uğruna savaşlar verdiği adam, bir hoşçakal demeden bir başkasıyla gidene kadar!
                    2- Meydanı derhal rakibe bırakır! Çünkü kadınlık onuru, erkeği bir savaş sonucunda elde edilen bir ganimet, bir mal gibi görmeye engeldir! Değişmeye yanaşmayan erkek, sadece senin olmayı umursamayan erkektir! Bunu bilir! Bu yüzden onun tarafından gururunun kırılmasını  beklemeksizin  terk eden  olmayı yeğler! Bütün acısını göze alarak ...
                    Yazık ki, bir çok erkek bu ayrımları anlamaz, kavrayamaz ve hiç gerekmediği halde  nice onursuz beraberlikler ve nice hüzünlü ayrılıklar yaşanır,...
                   Erkek milleti, size bir tüyo!: Eğer siz de o kadına gerçekten aşıksanız, değişin!
                   Bununla kazanacağınız, değişmemekle kazanacağınızdan  çok fazladır! Hem de çok....

26 Temmuz 2011 Salı

Kim demiş; Ümit, felsefeyi kıvıramaz diye!:)

Ben umutlarımı sırtımda değil, yüreğimde taşırım! Bu sayede, zamanla taşıyamayacağım  bir yüke asla dönüşemez,  varlığımla harmanlanıp bana katılırlar...
Veyahut;
Ben umutlarımı yüreğimde değil sırtımda taşırım! Zira, gerçekleşmeyeceklerini anladığım an, sırtımdan atmak yüreğimden atmaktan çok daha kolay olur!...

24 Temmuz 2011 Pazar

Oy dereler, dereler...

                Yaşam ne garip! Gençlikte geçmek bilmeyen  yıllar ,  yaş ilerleyip orta yaş sınırına vardıkça sanki ikişer üçer atlıyor gibi geliyor! Gençken önünde upuzun bir hayat var diye düşünüyorsun! Elinde, kullan kullan bitiremeyeceğin kadar çok yılın var sandığın için  zamana aldırmıyorsun !Sonra bir bakıyorsun, o dolup taşan, ortalığa saçılmış yıllar yok olmuş! Bir hışım çekmecelere bakıyorsun, dolapların en uçlarına sokuyorsun ellerini, yatak altlarına eğiliyorsun!  Bir yandan söyleniyorsun:  "Buradaydılar, şimdi buradaydılar, nereye gittiler?" Dört dönüyorsun, bulamıyorsun! Bir ümit, etrafındakilere soruyorsun,  belki biliyorlardır ! I-ıh! Hepsi üzgün gözlerle sana bakıp yavaş yavaş kafalarını sallamakla yetiniyorlar!  Anlıyorsun ki,  elini attığında  bulacağını sandığın yıllar , gitmişler! Belki açık kalan pencereden  esen  sert bir rüzgarla uçup gitmişler, belki temizlikçi kadın topladığı yayıntılarla birlikte çöpe atmış, belki  eli uzun bir komşu çocuğu iç etmiş, belki de şeytan almış götürmüş! Her zaman satamadan getirecek değil ya, bu defa belli ki satmış!
_ Daha dünyayı gezecektim!
_ Anneme Beylerbeyi'nden yalı alacaktım!
_Bir güzellik kliniğinde bir ay kalıp, çıktığımda narin bir kuğuya  dönüşecektim!
_Tango ve salsa öğrenecektim!
_Sayısız kitap yazacaktım!
_Nobel alıp ortalığı sallayacaktım!  Ödül töreni konuşmam bile hazırdı!
_Köyün muhtarı seçilmekle işe başlayıp, temiz siyaset nasıl yapılır yedi düvele gösterecektim!
_Köyde tarihin gördüğü en özgün taş evi inşa ettirmeyi unutmalı mıyım?
_Oğlumun rüyalarına giren o eski model jipi alamayacak mıyım yani!
  _İki üç yabancı dil öğrenmek hayalim de mi suya düştü!
_Denize balıklama atlamayı ve dibe dalıp kum çıkartmayı da mı öğrenemeyeceğim?
_Pastada uzmanlaşıp pastahaneler zinciri kurmayı da unutacağım anlaşılan!
_Ya Lazistanı kurma hayalim ne olacak?
                ( Peki kabul, sonuncusu bayağı ütopikti !)
                Hepside gerçekleşmeleri için gerekli zamanı çar çur ettiğim için rafa kalkmak zorunda! Keşke süremi biraz daha idareli kullanabilmiş olsaydım!  Gençken akışına kapılıp, hızla denize doğru sürüklendiğim  derede, kenardaki dallara, yüksekteki taşlara tutunup biraz daha yavaş ilerleyebilseydim! Bir kayanın üstünde ya da suya sarkmış bir dalın  gölgesinde duraklarken, öten kuşlara, yaprak hışırtılarına, suyun kıpırtılarına, güneşin ağaçların içinden geçip ormana sızışına daha çok zaman ayırabilseydim!  Daha bencil olsaydım, daha çok " Önce ben!" diyebilseydim! Etrafımdan akıp giden köpüklü yaşam deresinden  daha çok sevinç, daha çok mutluluk, daha çok keyif, daha çok güzellik, daha çok iyilik, daha çok başarı, daha çok gerçekleşen hayal   kapabilseydim!
               Amaaaaan ne bu yaa? Veda hutbesi gibi oldu! Hiç sevmem ben böyle duygusallaşma vaziyetlerini! Hayat dediğin , doğarsın, büyürsün, göçersin yahu! Sende amma abarttın Ümit!
                 Hasılı, diyeceğim o ki;
               BU DOĞUMGÜNÜMDE DE FEYS DUVARIMI ŞENLENDİREN, ÖZEL MESAJLA , MAİL YA DA TELEFONLA ULAŞAN SİZ GÜZEL İNSANLAR!  YAŞLANMAYA ÜZÜLECEK FIRSAT  TANIMADIĞINIZ İÇİN HEPİNİZE TEK TEK   TEŞEKKÜR EDERİM!  İYİ Kİ VARSINIZ!

22 Temmuz 2011 Cuma

Hangisi aşağılayıcı?

                     Televizyonun sesini dinleyerek iş yapmayı severim.
                     Bu sabah, NTV'de bir önceki gece yayınlanan "ntv soruyor" adlı programın, Nasıl Bir Sosyal Devlet? konulu bölümünün tekrarı yayınlanıyordu.  Bütününe dikkatle  kulak kabartmasam da bir ara, programın konuklarından Bahçeşehir  Üniv.Profesörlerinden Seyfettin Gürsel'in , CHP nin her aileye 600 TL.yardım paketiyle ilgili olumsuz yorumu  dikkatimi çekti. Oturup sözünün sonunu getirmesini bekledim. Profesör şöyle diyordu:  " Olmaz.Bu pratikte çok sorun çıkartır. Gerçekten yoksul olsun, olmasın herkes "Ben de yoksulum, ben de yoksulum !" diyerek kapıya dayanır!" Bir an düşündüm.Yalan değildi. Sahiden de ihtiyaç sahibi olsun olmasın herkesin bu beleşe konmak istemesi mümkündü. Beni şaşırtan; halkına " üçkağıtçı, beleşçi, hak yiyici ve yalancı" diyen bir aydın zatın , hiç tepki almaksızın programın kendi bağlamında sürüp gitmesi oldu.
                       Sevgili Aziz Nesin!in 12 Eylül Anayasası'na ezici çoğunlukla EVET diyen halka  yönelttiği APTAL yakıştırması için ülkenin ayağa kalktığı günleri, şimdilerde bunun yeniden sakız gibi çiğnenerek nasıl sol kesimi tukaka etme amacıyla kullanıldığını düşündüm.Oysa Nesin, halkın kendi geleceği ve çıkarlarına ters olduğu halde bir anayasa uygulamasına can-ı gönülden EVET demesinin ancak aptallığından bunun da cahilliğinden kaynaklanmış olabileceğini kastetmiş ve bir durum tespiti yapmıştı.Burada bir suçlama ya da hakir görme yoktu. Aptallık ancak "üzücü " bir durumdur çünkü. Prof.Gürsel ise hiç farkında olmadan, halkımızın  düşkün durumda olanların hakkını bencilce gasbedebilen , numaracılıkla menfaat sağlayabilen, devleti kandırmaya yeltenebilen , hem yalancı hem sahtekar bir çoğunluk olarak göstermiş oldu.
                       Sorarım size; hangisi aşağılayıcıdır?..... 

21 Temmuz 2011 Perşembe

Hülagü ile Kehribar...Kırık bir aşk hikayesi!...


_Şekip  enişte, bir maruzatım vardı....
_Hayırdır, Hülagü yeğenim?
_Enişte bana biraz koltuk çıksan diyorum, bu ay benim işler kesat gibi de..
_Anlaşıldı yeğenim! Bu sefer ne kadar lazım ?
_Eniştem ,ayı geçirelim işte çoluk çocuk...
_Bak Hülagü bu son yalnız, daha geçen seferki borcun duruyor!
:.........
_ Anneeeee, koş kooş ,babam eve plazma televizyon, bana da  bilgisayar  almışşşş!
_Tövbee! Tü tü tü nazarlar değmesin, senin işler bir açıldı , pir açıldı galiba kocacığım!
_ Karıştırma o kadarını  Kehribar, demle bir çay da  şöyle keyifli keyifli dizi izleyelim!
_ E oldu olacak, evlilik yıldönümünde aldığın kristal çay bardaklarını çıkarayım da keyfimiz tam olsun!
_Aslan babam! Bilgisayarım yok diye dalga geçiyorlardı benimle ,şimdi de geçsinler de göreyim! Muucccckkkkss!
--------
_Neşet ağbi, çok sıkıntım var abi..Acil borç para bulmam lazım!
_Tamam da, yalnız bak Hülagü kardeş,ödemeyezsen külahları değişiriz , ona göre!
 _ Ağbi söz ağbi! Önümüzdeki ay tıraka geri ödiycem!
_Valla ben orasını bilmem, ben parayı verir, faiziyle geri alırım,  benim işim bu! Gerisi sana kalmış!..
_Allah razı olsun ağbi, hürmetler ağbi...
...............
_Kapıya çektiğin  arabayı kimden  ödünç aldın sen, Hülagü?
_ Ne ödüncü Kehribar? Bizim arabamız o!
_ Demee! Tövbeler olsun, nazarlar değmesin inşallah, pek iyi gidiyor senin işler ha bey?
_ Karıştırma orasını! Giyin hadi , bir tur attırayım sana boğazda!
_ Ayy dur o vakit, geçen gün aldığın elmas gerdanlığı da takayım boynuma, çatlasın el gün!
...............
_Sefer dayı, kurbanın olayım, çok  kelepir bir ev düşürdüm, para bulamıyorum!
_ Hülagü evladım, simit parası ister gibi ev parası istenir mi?
_Dayımsın, ocağına düştüm! Kira ellerinden kurtulucam sayende!
_Peki peki. Ne kadar lazımdı?
_Dayıların dayısı, bende kuruş yok, hepsini sen vericen..
_ Tamam ama  vadesinde geri isterim, sonra ağlama zırlama olmasın!
_Ayıpsın dayım, borç namustur bizde!
:..............
_ Ayol komşum, şu bizim Kehribar' ı görüyor musun? Son günlerde  evler, arabalar, yeni eşyalar, mücevherler gırla gidiyor bunlarda!
_Görmem mi komşum? Nereden gelir bu değirmenin suyu bilmem!
_ Nerede, ne iş yaptığını bilen eden  yok ya, güya ustalığa terfi etmiş diyorlar Hülagü bey için!
_Valla Kehribar' ın havasına bakılırsa,  ustabaşı  olmuş adam!  Kocasını yerlere göklere sığdıramıyor hatun, "Çağ atlattı kocam bize, bir daha dünyaya gelsem gene ona varırım!" diyormuş!
_E tabii der! Hatunun façası düzeldi, boynunda elmas kolyeler. Haftada iki defa,  kuaförler! Spor salonuna da gidiyor, incecik oldu..Ayakkabılar, giysiler ohooo...Dişleri de yaptırdı en son. Afet oldu vallahi...
_ Hayırlı yemeler nasip olsun ustalık nimetlerini, ne diyelim bacım,  Demek ki; Hülagü bey pek civanmert , pek becerikli adammış,  tez vakitte doğrulttu evin ekonomisini...
.............
_Babaaaa, yetiiişşşş!  Şekip enişte geldi. Yanında birileri var, eşyaları kamyona yüklüyorlar!
_Ne yüklemesi, ne kamyonu, ver bakayım enişteyi telefona?
_Bilmiyorum baba, benim yeni bilgisayarı da alıyorlar. Eee şey Şekip enişte ayıp bi işaret yaptı baba, gelmiyo telefona!
_Tamam kızım anladım ben, kapat telefonu!...
_ Ama baba, bilgisayarım olmadan ödevlerimi nasıl yapıcaaam?  Ühüüüüü....
..........
_Ahır mı beyefendi burası? Kapıyı çalsanıza odaya girerken!
_Burası ahır değil ama senin  artık bir ahırda oturacağın kesin koçum!
_Sen ne diyorsun be? Kimsiniz siz, şehir eşkıyası mı?
_Bizi Sefer dayın gönderdi , aslan parçası! Gidin dedi, o Hülagü hergelesinden nüfus cüzdanını, evin tapusunu ve anahtarlarını alın  gelin dedi. Borcunu  ödememişsin ...Hadi Hülagüüüü, yorma bizi, anahtarlar, kimlik ve de tapuyu rica edelim,  hadi bakayım...
..........
_Alooo, Hülagü denen fırıldak sen misin len hırbo?
_Evet benim!  Yani Hülagü benim! Ne vardı?
_ Ne yoktu diyeceksin? Bak kimi vericem sana, al konuş!
_ Ühüüü, Hülagüü, ben Kehribar! Bu adamlar beni kaçırdı!
_Ne diyosun sen Kehribar? Kaç kişiler, orası neresi? Polisssss diye bağır!
_Alooo Hülagü hırbosu, burada polis yok, jandarma yok, asker yok, avukat  yok,savcı yok, hakim yok, basın yok! Burada sadece biz ve Keriman varız! Dur bak, şimdi  kim istiyo telefonu ?
_Hülagüü, ben Neşet ağbin!  Aşkolsun koçum yaa, vallahi kırıldım  sana , böyle güzel yengemiz varmış madem, insan daha önce tanıştırmaz mı? Kapının önünden yeni arabanı çekmeye gitmesek  yengeyle tanışacağımız yoktu! Cık cık cık...
_Telefonu kapatıp, bıyıkları burmaya başladığına  göre, şimdi naapıyoruz  patron?
_İmdaaattttttt! Bırakın beniiiiii, Hülagüüüüüü  yetiiiişşşşş.......

19 Temmuz 2011 Salı

Günaydın!

Erkenciyim bu sabah! Valla ne iyi ettim de bir  blog daha açtım! Sanal tarlalarda yenilemeyen salatalık, domates yetiştireceğime , sabahları teker teker bloglarımı yazılarım, daha güzel!:)