23 Nisan 2012 Pazartesi

İki güzel kitap

            İnsan yetişkin olup, hele bir de 40'ı devirdi mi anlıyor! Çocuklukta yaşadığımız dünya sanki bu dünya değildir, her görüntü, her ses, her koku, bugünkünden başkadır. Su bardaklarısandalyeler, perdeler bile, kapı zillerinin, ramazan davulcularının sesi, yağda yumurta ve çarşaf kokuları bile. Güneşli günlerin ışıltısı da bir başka görünür göze, yağmurlu günlerin pusu da. Sevgi, aşk, nefret, bağlılık,yalan, doğru, güven, güvensizlik, merhamet ve daha nicesi,  tam da ne olduğunu bilmeden yaşanır o yıllarda. Çoğu da bugün algıladığımız gibi değildir. Bütün bunları yeniden düşündüm, twitter' da tesadüfen karşıma çıkan bir yazar, Onur Gökşen' in iki kitabını okurken. "Bizim de Renkli Televizyonumuz Vardı" ve "Yedi Kere Sekiz" 
          Geleceğin geçmişten bağımsız mı şekillendiğini sormuş Onur Gökşen. Bence her anı yaşanmış ve bize dahil olmuş olduğu için geçmiştir aslolan ve geçmişinizi sürüklemeyeceğimiz hiç bir gelecek yoktur. Gülmekten karnıma ağrılar girdi bir çok öyküde. Ama gülerken bir çok kere içimin sızladığını da fark ettim. Satır aralarında dolaşan hüzün peşinizi hiç bırakmıyordu her iki kitapta da. Aramızda iki yaş fark olan kız kardeşimle benzer öykülerimiz olduğunu anımsadım, çoğunu meğer unutmuş olduğum. Büyük kardeş olmanın insana yüklediği bir yandan can sıkıcı, bir yandan da gururlandırıcı misyonu anımsadım. Ailenin insanı boğan, çileden çıkaran, kaçma isteği doğuran nice vasfına karşılık içinde kendinizi güvende hissettiğiniz tek yer olduğunu anımsadım.
         Onur Gökşen' i yazarlık yolunda çok daha yukarılara taşıyacağının nişanı olan bu iki kitabı için, ciddi gözlem gücü, muhteşem teşbihleri, ince mizahı, akıcı ve zorlamasız dili, kendisiyle dalga geçebildiği ve buna okuyucuya da inandırabildiği için kutlarım! Başarılar Onur Gökşen...

13 Nisan 2012 Cuma

Noktadan önce bir kaç virgül!

           Türkiye en hızlı büyüyen ülkelerin başını çekiyormuş ya, bu şerefe inşaat sektöründeki sıçramayla nail olmuşuz dostlarım! Hal böyle iken; yere göğe dikilen  inşaatlarda çalıştırılan işçiler de işsizlik oranının düşmesine etki ediyor tabii. Demek ki, onların ekmek parasının devamlılığı için vira inşaat yapmaya devam! Tek bir toprak alan, tek bir yeşil alan kalmayana dek inşaat yaparsak hem rant döngüsü memnun olur, hem de işsizlik düşük görünür, iktidarımız becerikli sanılmaya devam eder! Mantık bu!

           Malumunuz, bir süredir gündemde, birdenbire çöküveren Filyos çayı üzerindeki  61 yıllık  köprü var! Bu zavallı köprücük nedense bunalıma giriyor, hayata küsüyor, bir gün karar veriyor, çöküyor! Oysa bizim bildiğimiz, çağdaş bilimsel normlar, köprülerin intihar etmesine izin vermez! Evrensel mühendislik hesaplarına göre yapılan köprüler, durup dururken çökmez! Peki bu köprü neden çöktü? Neden olacak efendim, Türkiye çok hızlı büyüdüğü için! İnşaatlar büyürken, mühendislik bilimi aynı hızla büyümediği için' Rantlar katlanarak büyürken ahlaklar küçüldüğü için! Tıpkı "Tıpta devrim yapıyoruz, bakın bir insana 4 kol bacak birden naklediyoruz!" deyip o insanı dört kolluya koymamız gibi bir şey bu da! 
        Diyeceksiniz ki, "Ey Ümit, altmış yıl önce Türkiye' de bu iktidar mı vardı? Sen de muhalif olacağım diye saçmalamaya başladın artık!" Eyvallah! Ama şöyle bir düşünelim bakalım: Bu köprü 61 yıl önce mi yapıldı arkadaşım? Evet! Yani 1949, bilemedin 1950 yılında yapılmış! Eh bildiğimiz kadarıyla o yıllar Demokrat partinin, tıpkı şimdi AK partinin olduğu gibi, rüzgar gibi estiği yıllardı! Hani o yıllarda ,başındaki rahmetli Menderes' in yükselen yıldızı, şimdiki AK parti başkanının yükselen yıldızı ile özdeşleştiriliyo ya, işte o Demokrat parti! O yıllar, ranta, sermayeye sürekli göz kırpılan, hatta daha ileri gidip köşe bucak aşk yaşanan, ekonomik sıçrama yapmış gibi göstermek için yalan yanlış oraya buraya dikilmiş inşaatların pıtrak gibi çoğalmaya başladığı yıllardı! 
        Bugünlerin temellerinin atıldığı yıllardı! Bilime değil, dini değerlere prim verilmeye alenen ve gururla başlandığı yıllardı! Bu yanda, insanlardaki en ilkel ve kemikleşmiş güdü olan din kavramı üzerine oyunlar oynarken, diğer yanda sermaye ile al takke ver külah cep doldurmanın tadına varıldığı yıllardı! Stabil kalan yoksulluk ve cahilliğin  ters orantı ile oy garantisine dönüştüğünün ilk keşfedildiği yıllardı! Kendileri batının kucağından inmezken, batıya öcü, doğuya ilah gibi bakan, dinsel maneviyatı yüksek ama cayır cayır insan yakabilecek dirayette, bilimden, sanattan,  uzak tutulmuş, robotsu bir gençlik yetiştirilmeye ahdedilen yıllardı! Uzatmaya gerek yok, o yıllar bu yılların habercisi yıllardı!
         Bu yüzdendir ki; çöken köprünün o yıllarda yapılmış olması ile bu iktidar döneminde yıkılmış olması aynı şeydir! Bugün de lüksü, gösterişi ve göz boyamacılığı kutsarken, insan sevgisinden, yaşam hakkının kutsallığından bihaber, bilimden, mühendislikten uzak yapılan, arsızca ve iblisce malzemesinden çalınan, konumlandırılması doğal yapıya göre değil, sadece rantın arzusuna göre belirlenen ve bize gelişme, ilerleme gibi sunulan her inşaat atılımı, en çok bir elli yıl sonra aynı kaderi paylaşacaktır! Kalitesiz malzeme ile yapılmış kreşlerde lavabo altında kalıp, açık bir kanal kapağından içeri düşüp ölecek bebeler, yıkılan köprüler, çöken apartmanlar, uçan çatılar hep olacaktır! Bu bir döngüdür! Bilimden, akılcılıktan, doğa sevgisinden, yaşam hakkından ve denetim bilincinden ne kadar uzaksanız, doğa size misliyle cevabını verecektir! 
        Cahil bırakarak hep istenilen kıvamda tuttuğunuz halka, anlaşılıyor ki, daha uzun bir süre, istatistik tablolarındaki yükselen eğrileri  gelişme gibi yutturacak, hatta alkış ve oy olarak semeresini de göreceksiniz, ama imam mühendislerinizin yaptığı, yapacağı hiç bir yapıya asla güvenilemeyecek! Çünkü o imam bilim adamlarının temeli elli, altmış yıl öncesinden atıldı ve ne yazık ki o temeller de sizin boş bulduğunuz her yere attığınız temeller gibi çürük beyler! Nokta!...