15 Ağustos 2012 Çarşamba

Damacana

        2009 yılında bir asansör kabininde, boş su damacanasına tecavüz ederken apartmanın güvenlik kameralarına iki kez yakalanan ve  apartman yönetisince mahkemeye verilen  su dağıtıcısı N.K ile ilgili dava sonuçlandı. Hakim, eylemin aleni ortamda olmaması  ve mağdurenin şikayette bulunmaması gibi sebeplerle "suç" teşkil etmediği hükmüne vardı ve N.K' yı serbest bıraktı. Mahkeme salonundan çıkışta, gazetecilerin yoğun ilgisi ile karşılaşan sucu gencin, kendinden emin tavrı dikkat çekti.
_Efendim, serbest kaldınız, ne diyeceksiniz?
_Serbest kaldım!
_Onu ben dedim zaten.
_Ben de dedim fena mı? Ey özgürlük!
_Efendim, damacana ile evlenmeniz gerektiğini söyleyen çevreler var, kamuoyu tepkisini azaltmak için kirlettiğiniz damacana ile evlenmeyi düşünüyor musunuz?
_Kim onlar yaa, kafayı mı yemiş onlar, damacana ile evlenilir mi?
_Efendim, tecavüz ediliyor da neden evlenilmesin?
_Mesele çarpıtılıyor! Ben toplumsal bir yaraya parmak basmak istemiştim!
_Nasıl yani?
_Biliyorsunuz, geçenlerde su dağıtım şirketleri  ile ilgili bir skandal patlak verdi. Oysa ben, su şirketlerinin damacanalara mikroplu kuyu sularını doldurup sattığını  taa o günlerden beri biliyordum. Eylemi yapmaktaki amacım; hem kamuoyunun dikkatini bu konuya çekmek hem de insan sağlığıyla oynamaktan çekinmeyen bu vicdansızlara bir ders vermekti!
           N.K' nın, faili olduğu bu menfur olayı;  toplum yararına ve haklı bir amaç için yapılmış bir  protesto haline sokarak, tansiyonu düşürmeye çalıştığı düşünülüyor. Oysa dava sırasında, bunun N.K' nın ilk olayı olmadığı, şirketteki başka damacanalara da mobbing uyguladığı, hatta damacanalardan  biriyle uzun süren bir duygusal ilişkisi olduğu ve zanlının Munis Gül adını verdiği damacana ile her yerde beraber görünmekten çekinmediği , çaresiz kalan şirketin ayyuka çıkan çirkin dedikodulara son vermek için Munis Gül' ü hurdaya ayırdığı, bunu kabullenemeyen N.K' nın depresyona girdiği ve bir buhran anında böyle bir tecavüzün yaşanmış olabileceği ileri sürülmüştü. 
           N.K' nın Mahkeme çıkışındaki sürpriz beyanatı ile kafası iyice karışan halk, linç girişiminden son anda vazgeçti. Ancak kadın örgütleri tepkisiz kalmama yönünde tavır aldılar. Mahkeme çıkışında alkışlı protesto eylemi yapan Kadın Örgütleri Konfederasyonu başkanı kısa bir basın bildirisi okudu. Bildiride; tecavüze uğrayanın kadın, erkek , ağaç kovuğu ya da damacana olmasının önemli olmadığı, tecavüzün bir insanlık suçu olduğu vurgulandı. Bildiri sonunda " Damacanalar sizin tarlanız değildir!" diye slogan atan bir gurup ile " Damacanalar örtülsün, sorun çözülsün!" diye slogan atan bir başka gurup arasında kısa süreli bir arbede yaşandı. Polisin kalabalığı  basınçlı su sıkarak dağıtması ise manidar bulundu.
          Tecavüze uğrayan damacanın ilk muayenesinden sonra, müşahede altında tutulmak üzere ardiyeye kaldırıldığı ve yanına kimsenin sokulmadığı öğrenildi. Diğer taraftan, kamera görüntüleri içinde aynı tecavüz olayına iki kez tanık olan yöneticinin, olaydan sonra psikolojik dengesinin bozulduğu, göz seğirmesi ve omuz kaldırma gibi tikler edindiği öğrenildi! Dram içinde dramın yaşandığı olayda, yöneticinin artık şişe suyu içemediği için, bahçedeki ağaçların yaprakları üzerinden biriktirdiği suları içme suyu olarak kullandığı ortaya çıktı.
_Efendim, siz olayı ilk gören kişisiniz! Bu size nasıl etki etti?
_Su görmeye tahammülüm yok!
_Efendim, içmek için yağmur suyu damıttığınız söyleniyor! Bunun yerine şebeke suyu kullansanız?
_Kullanamam hanım kızım, takdir edersiniz ki; benim musluk görmeye de tahammülüm yok!
         Apartman yöneticisinin yakınlarına, damacananın bile psikolojisini önemseyip onu korumaya alan devletin , kendisine herhangi bir destekte bulunmadığnı, devletten bir yardım görmek için muhakkak medyatik olmak gerektiği konusunda dert yandığı öğrenildi. Çalıştığı şirketten kovulan N.K' nın bundan sonra ne iş yapacağı  belirsizliğini korurken, başta Andan Hoca' nın İnşallah-Maşallah adlı sevilen programı olmak üzere bir çok programdan konuk olma daveti aldığı bilgisi verildi...

          

         

10 Haziran 2012 Pazar

Deniz Kılıç/ Mahcup Öyküler- Okundu!

      Bugün, yine Twitter üzerinden tesadüfen tanıdığım bir yazarın, Deniz Kılıç' ın, ilk kitabı Mahcup Öyküler' i okudum. 11 öyküden oluşan, her biri apayrı insan manzaraları içeren keyifli, sıkmayan, tam tersi sürükleyen bir kitap! Kısa yazılmış ama çarpıcı vurgularla bezenmiş her bir öyküyü roman tadında yansıtması bir yana, kullandığı dil de kendine özgü ve çok doğal! Yazarken kasılmadığı, rahat olduğu hatta çok eğlendiği  hissine kapılıyorsunuz bir okur olarak!
      İnce mizahını da eksik etmemiş öykülerin içinde Deniz Kılıç. En beklenmedik anda karşınıza çıkıvemelerini sağlamış...Sürpriz ögesini de çok güzel kullanmış, özellikle Ahmet' in öyküsünde bunu anlamak mümkün! İçlerindeki en uzun öykü olan, Pörtürgeç ve bir önceki öyküsü İki Duvar Dört Yalnızlık' ta farklı ve denenmemiş bir tarz yakaladığını, özellikle Pörtürgeç' in tek başına bir orman olabilecek kapasite ve orjinalite içerdiğini gözlemledim.
     Sevgili Deniz, şu sıralar ikinci kitabının hazırlığı içinde. İyi bir yazar olacağına dair çok belirgin bir ipucu olan ilk kitabından sonra ikinci kitabını da merakla bekliyorum. Tebrikler ve başarılar Deniz Kılıç!

23 Nisan 2012 Pazartesi

İki güzel kitap

            İnsan yetişkin olup, hele bir de 40'ı devirdi mi anlıyor! Çocuklukta yaşadığımız dünya sanki bu dünya değildir, her görüntü, her ses, her koku, bugünkünden başkadır. Su bardaklarısandalyeler, perdeler bile, kapı zillerinin, ramazan davulcularının sesi, yağda yumurta ve çarşaf kokuları bile. Güneşli günlerin ışıltısı da bir başka görünür göze, yağmurlu günlerin pusu da. Sevgi, aşk, nefret, bağlılık,yalan, doğru, güven, güvensizlik, merhamet ve daha nicesi,  tam da ne olduğunu bilmeden yaşanır o yıllarda. Çoğu da bugün algıladığımız gibi değildir. Bütün bunları yeniden düşündüm, twitter' da tesadüfen karşıma çıkan bir yazar, Onur Gökşen' in iki kitabını okurken. "Bizim de Renkli Televizyonumuz Vardı" ve "Yedi Kere Sekiz" 
          Geleceğin geçmişten bağımsız mı şekillendiğini sormuş Onur Gökşen. Bence her anı yaşanmış ve bize dahil olmuş olduğu için geçmiştir aslolan ve geçmişinizi sürüklemeyeceğimiz hiç bir gelecek yoktur. Gülmekten karnıma ağrılar girdi bir çok öyküde. Ama gülerken bir çok kere içimin sızladığını da fark ettim. Satır aralarında dolaşan hüzün peşinizi hiç bırakmıyordu her iki kitapta da. Aramızda iki yaş fark olan kız kardeşimle benzer öykülerimiz olduğunu anımsadım, çoğunu meğer unutmuş olduğum. Büyük kardeş olmanın insana yüklediği bir yandan can sıkıcı, bir yandan da gururlandırıcı misyonu anımsadım. Ailenin insanı boğan, çileden çıkaran, kaçma isteği doğuran nice vasfına karşılık içinde kendinizi güvende hissettiğiniz tek yer olduğunu anımsadım.
         Onur Gökşen' i yazarlık yolunda çok daha yukarılara taşıyacağının nişanı olan bu iki kitabı için, ciddi gözlem gücü, muhteşem teşbihleri, ince mizahı, akıcı ve zorlamasız dili, kendisiyle dalga geçebildiği ve buna okuyucuya da inandırabildiği için kutlarım! Başarılar Onur Gökşen...

13 Nisan 2012 Cuma

Noktadan önce bir kaç virgül!

           Türkiye en hızlı büyüyen ülkelerin başını çekiyormuş ya, bu şerefe inşaat sektöründeki sıçramayla nail olmuşuz dostlarım! Hal böyle iken; yere göğe dikilen  inşaatlarda çalıştırılan işçiler de işsizlik oranının düşmesine etki ediyor tabii. Demek ki, onların ekmek parasının devamlılığı için vira inşaat yapmaya devam! Tek bir toprak alan, tek bir yeşil alan kalmayana dek inşaat yaparsak hem rant döngüsü memnun olur, hem de işsizlik düşük görünür, iktidarımız becerikli sanılmaya devam eder! Mantık bu!

           Malumunuz, bir süredir gündemde, birdenbire çöküveren Filyos çayı üzerindeki  61 yıllık  köprü var! Bu zavallı köprücük nedense bunalıma giriyor, hayata küsüyor, bir gün karar veriyor, çöküyor! Oysa bizim bildiğimiz, çağdaş bilimsel normlar, köprülerin intihar etmesine izin vermez! Evrensel mühendislik hesaplarına göre yapılan köprüler, durup dururken çökmez! Peki bu köprü neden çöktü? Neden olacak efendim, Türkiye çok hızlı büyüdüğü için! İnşaatlar büyürken, mühendislik bilimi aynı hızla büyümediği için' Rantlar katlanarak büyürken ahlaklar küçüldüğü için! Tıpkı "Tıpta devrim yapıyoruz, bakın bir insana 4 kol bacak birden naklediyoruz!" deyip o insanı dört kolluya koymamız gibi bir şey bu da! 
        Diyeceksiniz ki, "Ey Ümit, altmış yıl önce Türkiye' de bu iktidar mı vardı? Sen de muhalif olacağım diye saçmalamaya başladın artık!" Eyvallah! Ama şöyle bir düşünelim bakalım: Bu köprü 61 yıl önce mi yapıldı arkadaşım? Evet! Yani 1949, bilemedin 1950 yılında yapılmış! Eh bildiğimiz kadarıyla o yıllar Demokrat partinin, tıpkı şimdi AK partinin olduğu gibi, rüzgar gibi estiği yıllardı! Hani o yıllarda ,başındaki rahmetli Menderes' in yükselen yıldızı, şimdiki AK parti başkanının yükselen yıldızı ile özdeşleştiriliyo ya, işte o Demokrat parti! O yıllar, ranta, sermayeye sürekli göz kırpılan, hatta daha ileri gidip köşe bucak aşk yaşanan, ekonomik sıçrama yapmış gibi göstermek için yalan yanlış oraya buraya dikilmiş inşaatların pıtrak gibi çoğalmaya başladığı yıllardı! 
        Bugünlerin temellerinin atıldığı yıllardı! Bilime değil, dini değerlere prim verilmeye alenen ve gururla başlandığı yıllardı! Bu yanda, insanlardaki en ilkel ve kemikleşmiş güdü olan din kavramı üzerine oyunlar oynarken, diğer yanda sermaye ile al takke ver külah cep doldurmanın tadına varıldığı yıllardı! Stabil kalan yoksulluk ve cahilliğin  ters orantı ile oy garantisine dönüştüğünün ilk keşfedildiği yıllardı! Kendileri batının kucağından inmezken, batıya öcü, doğuya ilah gibi bakan, dinsel maneviyatı yüksek ama cayır cayır insan yakabilecek dirayette, bilimden, sanattan,  uzak tutulmuş, robotsu bir gençlik yetiştirilmeye ahdedilen yıllardı! Uzatmaya gerek yok, o yıllar bu yılların habercisi yıllardı!
         Bu yüzdendir ki; çöken köprünün o yıllarda yapılmış olması ile bu iktidar döneminde yıkılmış olması aynı şeydir! Bugün de lüksü, gösterişi ve göz boyamacılığı kutsarken, insan sevgisinden, yaşam hakkının kutsallığından bihaber, bilimden, mühendislikten uzak yapılan, arsızca ve iblisce malzemesinden çalınan, konumlandırılması doğal yapıya göre değil, sadece rantın arzusuna göre belirlenen ve bize gelişme, ilerleme gibi sunulan her inşaat atılımı, en çok bir elli yıl sonra aynı kaderi paylaşacaktır! Kalitesiz malzeme ile yapılmış kreşlerde lavabo altında kalıp, açık bir kanal kapağından içeri düşüp ölecek bebeler, yıkılan köprüler, çöken apartmanlar, uçan çatılar hep olacaktır! Bu bir döngüdür! Bilimden, akılcılıktan, doğa sevgisinden, yaşam hakkından ve denetim bilincinden ne kadar uzaksanız, doğa size misliyle cevabını verecektir! 
        Cahil bırakarak hep istenilen kıvamda tuttuğunuz halka, anlaşılıyor ki, daha uzun bir süre, istatistik tablolarındaki yükselen eğrileri  gelişme gibi yutturacak, hatta alkış ve oy olarak semeresini de göreceksiniz, ama imam mühendislerinizin yaptığı, yapacağı hiç bir yapıya asla güvenilemeyecek! Çünkü o imam bilim adamlarının temeli elli, altmış yıl öncesinden atıldı ve ne yazık ki o temeller de sizin boş bulduğunuz her yere attığınız temeller gibi çürük beyler! Nokta!...

17 Mart 2012 Cumartesi

Salman abi sohbetleri 1

_Salman abi, sen okumuş yazmış adamsın, af buyur, kapitalizm diye bir şey var ya abi, o ne demek?
_Ooo, kapitalizm denilen şey, zinanın atasıdır yeğenim, evlerden ırak!
_Hele git! Hiç de öyle fantirifinton bir isim gibi durmuyor dışarıdan bakınca!
_Öylediir, hemen anlatayım: Bak şimdi yeğenim, kapitalizm tüketmek demektir! Peki tüketmek neyi körükler? 
_Aşk ateşini mi körükler acaba, zina mina dedin ya...
_Yok, satın almayı körükler! Satın almak için ne lazım? 
_Dur bildim onu, para! Para lazım!
_Aferin! Para kime gidiyor? Satıcıya! Satıcı ne istiyor? Daha çok satıp daha çok kazanmak! Daha çok satmak için ne lazım? Reklam! Reklamlar ne işe yarayacak? İnsanların ağzının suyunu akıtacak! O nasıl olacak? Beyin yıkayarak tabii! Misal, en yeni cep telefonu sizin olsun istemez misiniz? En hızlı araba sizinki olabilir! Siz neden bu aktrisler kadar güzel görünmeyeseniz hanımlar? Havuzlu, jakuzili evlerde oturmak sizin de hakkınız! diyecekler!
_Hay ağzını öpiyim abim, bende kandım reklamlara geçen gün, gittim görüntülü cep telefonu taksidine girdim! Topu topu günde bir kez hanımı arıyorum zaten, mutfakta oluyor çoğunluk, ekranda yemek buharından başka şey görükmüyo! Haybeye aldık telefonu yani!
_Zaten amaç, herkesi kandırıp daha çok satmak! Böylece ne oluyor, en iyisi, en yenisi, en büyüğü, en gösterişlisi benim olsun diyen, hurraa alışverişe abanıyor! Satıcıların kasaları çil çil paralarla dolarken, bizimde hiç ihtiyacımız  yokken dizi dizi giysilerimiz, arabalarımız, her ay değişen cep telefonlarımız, son sistem dev ekran televizyonlarımız oluyor. 
_Doğru diyosun abi, misal benim bacanak! Yeni aldığı plazmaya uygun duvar bulamayınca, salonun ortasına duvar ördürdüydü.Usta masrafıyla birlikte bir araba parası gitmişti cebinden denyonun!
_O kadarla kalsa iyi! Güzel evlerimiz, güzel eşyalarımız, güzel arabalarımız , güzel giysilerimizle uyumlu olalım , onların yanına yakışalım diye vücutlarımıza takıyoruz kafayı, zayıflamaya ve güzelleşmeye olukla para yatırıyoruz! Bir bakıyosun, herkes janti, herkes afili  oluyor!
_E bunun neresi kötü Salman abim? Ben de isterdim doğrusu Bıret Pit gibi bir erkek olayım!
_İyi ama, insanoğlu bu, şeytanın sol bacağı! Façasını düzeltmiş, havalanmış, eline iki üç anahtar almış erkekler ve kadınlar "Ulen madem bu kadar güzel, yakışıklı ve malk-mülk sahibi olduk, acayip çekiciyiz demektir! O halde neden daha çok aganigi maganigi olayına girip, bu nimetlerin keyfini sürmeyelim? Boşa mı gitsin emeklerimiz?" diye düşünmeye başlıyor!
_Gencim güzelim, her günüle girerim-çok paralıyım, gel çay ısmarlıyım durumları! Sonra da evlisi, bekarı, Allah ne verdiyse artık...
_Hah, tastamam öyle işte! Şimdi anladın mı kapitalizmin neden zinanın atası olduğunu?
_Anladım Salman abim, anladım! Kıçımda don yokken borç harç aldığım telefonda neden sadece yemek buharı göründüğünü de anladım, benim bacanağa plazmayı satan fırlamanın, neden kolunda her ay başka güzelle gezdiğini de anladım!..

11 Mart 2012 Pazar

Tıkandım!!!

İlk sahnede; genç bir adam, belden yukarısı çıplak bedenine parfüm sıkıyor.İkinci sahnede, aynı genç adam bir araba içinde sevgilisiyle görünüyor. Sevgilisi parfüm kokusundan çok etkilenmiş olarak genç adamı öpmeye başlıyor ve öperek aşağılara doğru ilerlemeye başlıyor! Tam o sırada, parfüm markasının reklam sloganı atılıyor:  " Filanca etkisi! Kızlara doğru yolu gösterir!"...
Bir yandan muhafazakar-islami kesim temel eğitimi 4 yıla indirmeye çalışır, böylece kız çocuklarını 4 yıl okuduktan sonra eve kapatacak yollar bulurken, bir yandan lümpen-çağdaş kesim kızlara doğru yolun ne olduğunu işte böyle öğretiyor! Ama durun! Bunları iki zıt kutup sanmayın sakın! Bu birbirine zıtmış gibi görünen iki kutup bal gibi de aynı amaç için çalışıyorlar! Sizlere temiz aile çocuğu görünümlü Adnan Hoca' yı anımsatırım! Adnan hoca da kızlara tıpkı böyle göstermiyor muydu doğru yolu? Aydın kesimden gibi görünen reklam camiası da , tutucu ve gerici camialar da, söz birliği etmişcesine zaten bilinç düzeyi düşük ya da oluşmamış yeni nesil kızlarımıza doğru yolu erkeklerin bacak arası olarak gösteriyor!
Ben başka diyecek şey bulamıyorum, tıkandım!....

8 Mart 2012 Perşembe

Siz bir çekilin şöyle...

           Kendi karısını kızını "namus"u, başkasınınkini "malzeme" olarak gören, terk edilince, reddedilince kurt adama dönüşüp, kadın karnı deşen, kadını parçalara bölen, kendini, tanrı tarafından bütün kadınları döllemekle görevlendirilmiş bir elçi sanan, eşit işe eşit ücret vermeye yanaşmayan, kadın elemanını hamile olunca işten atan, kadına küfür eden, hakaret eden, yüzsüzce sarkıntılık eden, kadına aile kavramı içinde bile saygı duymazken, aile kavramı dışında hepten hiçleyen, dört kadını bir erkeğe yamayabilecek zihniyeti içine sindiren, akıllı kadından korkan, bilinçli kadından çekinen, dirençli kadını " erkek düşmanı" ilan eden cümle erkek zevat ve dahi işbirlikçisi kadınlar, siz şöyle kenara, bir yere ayrılsanıza! Biz kendi aramızda kutlama yapacağız da bugün!...

7 Mart 2012 Çarşamba

SON DAKİKA HABERİ!

        Türkiye bu sabah Ankara gündemini sarsan bir güne uyandı. Erdoğan' ın halkla iç içe olmak için evlere, kahvehane ve iş yerlerine yaptığı ani ziyaretlere bir yenisi daha eklendi! Sabahın erken saatlerinde bir simitçi fırınından içeri giren Başbakan, kendisini tanımayan fırıncının hışmına uğradı! Başbakanın takım elbise ve palto ile tezgahtaki simit hamurlarına el attığını gören fırıncı, çok sinirlendi ve elindeki oklavayı sert bir biçimde Erdoğan' ın eline vurarak; "Kılık kıyafetine bakıp ses etmedim ama eldivensiz hamur tutulmaz efendi! Çek bakayım o elini hamurumun üstünden!" dedi.
        O anda üstüne atılan korumaların kıskıvrak yakaladığı fırıncı neye uğradığını şaşırdı.Fırında bulunan müşterilerden bir kısmı (% 50 kadarı) Başbakanı tanır tanımaz elini öpmek için birbirini ezmeye başlayınca, izdihamı yatıştırmak amacıyla İtfaiye' den yardım istendi. Başbakanın, bir kez olsun kendisine dokunabilmek ümidiyle uzanan ellerin üzerinden zıplayarak, basın mensuplarına gülümsediği ve "Yakında en güzel simiti Türkiye yapacak inşallah! Simitte dünya devleri arasına girmemize az kaldı! Bizi izlemeye devam edin!" dediği öğrenildi! Güvenilir kaynaklardan alınan bilgiye göre, Başbakanın olay yerini terk etmesinden hemen sonra, fırıncı fırının duvarında asılı duran siyah beyaz iki sakallı adam resmi dolayısıyla Marksist-Leninist silahlı eylem planı içinde olduğu savıyla güvenlik güçlerince tutuklandı. Fırıncının bu iddiaları şiddetle reddettiği, o resmin dedesi ile büyük amcasına ait olduğunu, her ikisinin de  okuma yazma dahi bilmediklerini iddia ettiği, Başbakan' dan özür dilemek istediği, gözlerinin 25 derece miyop ( Fırıncının tıp bilgisi de, benim kadar zayıf demek ki!) olması yüzünden teleskopsuz tanıyamadığı, oysa kendisine derin bir saygı beslediği, zaten en son Belediye seçimlerinde AKP' ye oy verdiği, bundan sonraki seçimde de vereceğine dair sözleşme imzalamaya bile söz verdiği de söylenenler arasında.          
        Başbakanlığa yakın kaynaklar, bu olayı münferit olarak nitelendirse de, Türk kamuoyu bir süredir  bu tür haberlere yabancı değil. Hatırlanacağı gibi; Başbakan en son geçen hafta, banyo lavabosu tıkandığı için can havliyle balkona koşan ve o sırada caddeden geçmekte olan Başbakanlık konvoyuna el sallayarak, " Başbakanım yetiiş! Lavabom tıkandı!" diyen bir ev kadınının çağrısına kulak vermişti! Derhal, gitmekte olduğu Parti Meclisi toplantısını ertelemiş, kadının bulunduğu apartman dairesine girerek,  banyo lavabosunu tamir etmek üzere, palto ve ceketini çıkartmaksızın dolabın içine yatmıştı.Tam o sırada kadının kocasının eve döndüğü, yarı beline kadar banyo dolabı içinde yatmakta olan Başbakanı tanımadığı ve " Laaaaan! Benim evimde, benim banyomda haa?!" diyerek eline geçirdiği ingiliz anahtarı ile korumalar yetişene kadar Erdoğan' ın diz kapaklarına şiddetle vurduğu öğrenilmişti.Başbakanın bir hafta süreyle tüm toplantı ve etkinliklere tekerlekli sandalye ile katılmasına yol açan öfkeli koca da tıpkı fırıncının akıbetine uğramış ve mesai saati içinde devlet hizmetini asıp evine geldiği gerekçesiyle işinden olmuştu.      
         Halen davası sürmekte olan bu olayın hemen ardından fırıncı olayının yaşanması, Ankara kulislerinde " Acaba halkla iç içe olmanın suyu mu çıkıyor?" sorusuna yol açtı. Ak Partinin tüm bunlara kulak tıkadığı ve Başbakanının ani ziyaretlere hazırlıklı gitmek amacıyla artık yanında Takım çantası, Naylon eldiven, Pratik Ev Yemekleri kitabı, Tığ, Şiş, Renkli yumaklar ,Tavla ve Okey takımları gibi bir dizi materyal taşıyacağı söyleniyor...