29 Ağustos 2011 Pazartesi

Yalanım varsa!

                    İnsan neden yalan söyler? Hele hele yalan olduğunu hem kendisi hem karşsındaki biliyorken yine de niye söyler?
_Gözü kör olmayasıca, gene mi yatağı ıslattın?
_ Ben yapmadım! O yaptı!
_ Seni yalancı! Oyuncak ayıya suç atmaya utanmıyor musun?
                           Bir de beyaz yalan diye bir şey var! Beyaz renk niye seçilmiştir bu yalan türü için , bir türlü  anlamam. En çabuk kirlenen renk değil midir beyaz? Üstelik " Bütün renkler  hızla kirleniyordu. Birinciliği beyeza verdiler!" demişken şairin biri..
_Nevbahar, sen biraz zayıfladın mı ne?
_ Ayyy, deme Şahap? Hakket mi?
_ He valla. Eskiden bu elbiseden göbeğinin çemberi çok belli oluyodu!
_Hıı? Göbeğimin çemberi mi?
_ Yok ya, öyle değil, yani biraz daha yapışıyordu üstüne!
_Bühüü. Şişkoyum ben, şişko diyosun bana!
_Ya yok, tövbe tövbe..Zayıflamışsın diyorum!
_ Hayır, ben anlarım! Tamam Şahap , boşanalım!
                        Yalanı kıvırdıktan sonra lafı kıvıranlara da sık rastlanır!
_Muazzez, Allah belamı versin o kadınla yemeğe gittiysem!
_Sus alçak! Kimi kandırıyosun sen? Bana kıyma bile almayan adam, elalemin yosmalarına yemek paraları saçıyor dışarıda!
_Ne zaman istedin de almadım sana kıyma?
_Geber Nuri! Konumuz kıyma mı?
_Fakat aşkım, gözümün nuru, senin üstüne  köfte yapanı tanımam  ben!
                          Yalanda ki güdülenme hep ilgimi çekmiştir. Sakın ,benim  hiç yalan söylemediğim gibi bir iddia anlaşılmasın! Çok gerekmişse mutlaka yalan söylemişimdir ben. Herkes gibi. Benim merak ettiğim şu: Bir alışkanlık olarak yalan nasıl bir şeydir? Yalancının mumu gerçekten yatsıya kadar yanıyor olduğu halde, illa yatsıya kadar hakkını kullanmakta ki ısrar niyedir?
_Valla billa, iki gözüm önüme aksın, yalanım varsa şurdan şuraya gidemiyim Şinasi abi...
_Sus ulen! Dilenci edebiyatına bağlama! Kasadan para tırtıkladığını adım gibi biliyorum!
_Bak , Şinasi abim, nah şuraya yazıyorum, kim gammazladıysa  yalancının önde gideni!
_Kes tıraşı mendebur!  Kovuldun, naş hadi naş!
_ Tamam kov abi! Kov ama önce beni bi dinle!  Benim de bir haysiyetim var abi!
_Hee haysiyet, evet! Kamera kayıtları gösteriyo haysiyetini! Ulen haysiyetsiz, ilaçlık para bırakır insan kasada!
                        Bir de insanın  kendine söylediği yalanlar vardır! !
_Bu pazartesi kesin başlıyorum diyete!
_Son akşam şöyle bir baktım mı ders notlarıma, Ekonometri ' den 100' ü çakarım!
_Altılı yattı mı? Hadi yaa? Amaan olsun, bugün oynadığım kesin tutacak, içime doğuyor!
_Kısa saç beni genç gösteriyor!
_O beni boynuzlamadı ki! Ben zaten  bıkmıştım, terk edecektim!
                       Ben en çok yalan söylemesi gerektiği halde doğru söyleyenlere gülüyorum.
_Baba , sınıf birincisi oldum!
_Aferin oğluma! Hangi derste?
_Yok baba ya, devamsızlıkta!!!
                       Bir de politikacı yalanları var! Halk arasında en sevilen yalan türüdür bunlar!
_Herkese iki anahtar!
_Üç vakte kadar AB' deyiz!
_Okumayan kızımız kalmayacak!
_Vergi affı yok!
                      Yalan günlük hayatın bir parçası! Buna itiraz edene ancak gülerim! Önemli olan hiç yalan söylememek değil bence. Önemli olan, ne zaman, kime ve neden asla yalan söylenmeyeceğini bilebilmek! Bunun ayrımına varmak içinse vicdanıyla birlikte yüreğini de işe koşmalıdır insan..Çünkü ne biri, ne de diğeri tek başına bu ayrıma varamaz!
                      Yalansız bayramlar dilerim!
                  

28 Ağustos 2011 Pazar

Boşuna ...Aziz Nesin'den

Sen yoksun.........
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki.....
Boşuna bu nehir......
Çırpınıp pırpırlanması.....
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...
Uzar uzar gider..
Boşuna yorulur yollar..
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki..
Özlemlerde ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız..
Birlikte ağlayamayacağız ki
Seviyorum seni boşuna..
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı bölüşemiyeceğiz ki ... 
AZİZ NESİN

26 Ağustos 2011 Cuma

Nazım' dan bir şiir...

Vicdanla birlikte.. "şeref" ararım ben sevdiklerimde;
Her zaman doğru değildir 
elbet seçimlerim..
Zaman gelir "şerefsizleri" de severim..

Her yerde gözüm kulağım vardır benim.
"Eksik söylemek yalan söylemek değildir !" mantığındaki
Beni değil kendini kandırır yalnızca...
Bilmezden gelişlerim aptala yatışlarım
Kaybetme korkumdan değil,

 karşımdakilerin yalan söyleme potansiyellerine olan merakımdandır...
"inkar" olmaz benim hayatımda..
Yaşananı "yaşanmamış" saymam
Sayanları da saymam...
Kelimelere sığmaz sayfalar sürer beni anlatmak
Ama ne kadar anlatılırsa anlatılsın;
Yaşayan bilir beni..
Yaşamayan anlamaz...

"Ağırdır sevmelerim, Her yürek taşıyamaz..
Büyüktür umutlarım, Her omuz kaldıramaz.."

Nazım Hikmet Ran

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Sayın müftüm!

                        Akşamdan kalma bulaşıkları toparlıyorum. Televizyon açık. Hangi kanal olduğunun önemi yok, birisi açık olsun da..TV' nin sesi beni hep sakinleştirir. O mekanik, rutin ses, bulaşıkların dayanılmaz sevimsizliğini biraz olsun gölgelese yeter!.
                        Ekranda sabahları yayınlanan kadın programlarından biri. Boylu poslu şarkıcı bir kız, Petek' miydi adı, o sunuyor! Baş konuk; emekli bir müftü! Nereden alakaysa bir müftü sabah şekeri programına katılmış! Konu: Geçenlerde şort giydiği için otobüste tartaklanan genç kız! Müftümüz,  gün görmüş, kelli felli bir beyzade! Diyor kİ;  " Çok günahtır!"  Bu söz üzerine diğer konuklar kendi aralarında  mırıl mırıl fısıldaşıyorlar " Evet, evet! Çok günah! Hoca doğru söylüyor!"... Müftünün bu ani çıkışına doğrusu  ben de memnun oluyorum . Fakat. hemen sonra, " Ama biz müminler de ramazan ayında  usulünce ve edebiyle giyinmek zorundayız, değil mi efendim?!" deyiverince memnun oduğuma o an pişman oluyorum!
                        Müftünün bakış açısı tam da tahmin edilen gibiymiş meğer! "Nihayet bir din adamı mantıklı mı konuşacak,  akla yakın açıklamalar mı yapacak?" beklentim anında uçup gidiyor haliyle! Mesaj açıkça şu: " Ramazanda şortla insan içine çıkarsan dayağı yersin!"  Neydi o Konya Selçuk Üniv. profesörünün adı? hafızam da nanay bu arada, o Profesör zat da kadın kısmına doğru dönüp  "  Dekolte giyersen tecavüzde yarı yarıya suçlusun!" buyurmuştu! Bu adamların hepsini sıraya dizsen, ayırt edemezsin, bu kadar mı basmakalıp olunur yahu?
                      Emekli müftümüzün incileri program boyunca sürdü. Hele, otobüste şort giydiği için dövülen genç kızla türbanlı diye üniv.den içeri giremeyen genç kızları aynı kefeye koyarak " Bakın birine karşı çıkarken, diğerine sessiz kalamazsınız!" demesi sadece beni değil Neşe Erberk gibi aklı başında diğer konukları bile çileden çıkattı! Müftü vurucu darbeyi, bir müslümanın kılık kıyafetinin ne olacağına dair Kur-an' dan bilgiler vererek yaptı! Yani ister ramazan ayında olsun, ister başka bir ayda olsun, nasıl giyinileceğini kutsal kitaba göre, hem stüdyoda bulunanlara hem de ekran karşısındakilere açık açık beyan etti.Müftümüzün programa esas geliş sebebinin ne olduğu da böylece anlaşılıyordu! Propaganda yapmak!
                     Müftü büyüğümdür. Haşa saygısızlık yapmak istemem. Ama misal ben o programda konuklardan biri olsaydım, benim diyeceğim bir kaç şey olurdu.Mesela şöyle:
1-) Sayın müftüm, ben bir kadınım ve bir erkeğin tahrik olması ihtimaline göre yaşam sürmek istemiyorum! Ne ölçüde ve ne biçimde tahrik olacağını kestirmem mümkün olmayan yabancı erkeklerin günlük yaşamımda belirleyici olmasını reddediyorum! Erkeklerin uçkurlarını kontrol edebilecek tek organ olan beyinlerini kullanmasını daha uygun buluyorum! Ben niye eziyet çekiyorum ki, o kendini adam etsin!
2-)Sayın müftüm; otobüste şort yüzünden dövülmekle  türban yüzünden üniv. e girememek asla aynı şey değildir! Otobüste sıradan bir vatandaşa şort giymeyi yasaklayan o otobüsteki bir diğer sıradan  vatandaşken, üniv. de kılık kıyafeti belirleyen üniv. yönetimidir. Bu yönetimlerse mevcut yasa ve yönetmelikleri gözetirler.Tıpkı camiden içeri hangi kıyafetle girilecebileceğinin din kurallarınca belirlenmesi gibi!
3-)Sayın müftüm, "Müslümanın giyim kuşamı" diye bir şekil şartı bütün topluma dayatılamaz! Toplumda sadece müslümanlar yaşamıyor, yaşamını din kurallarına sıkı sıkıya bağlı geçirmek istemeyen sıradan insanlar da  var, gayri müslimi var, ateisti var! Sizin bu görüşünüz belli bir dini hakim kılmaya çalışmaktır! Eğer kılık kıyafet kadar basit bir kavram bile müslümanlık bazında belirlenecekse, bunun sonu bütün diğer kavramların da müslümanlık bazında değerlendirilmesine varır ki, bunun adı din devleti olur! Türkiye din devleti değildir, olmamıştır, olmayacaktır! Saygılarımla...
                  

21 Ağustos 2011 Pazar

Bu nasıl yazarlık?

İhanetten edebiyat üretemiyorum. Yalandan, riyadan, utanmazlıktan şiir olmuyor...Beş para etmeyen hiç bir şeye tek cümle bile kuramıyorum, sanat adına...Bu nasıl yazarlıksa?:)

16 Ağustos 2011 Salı

Onur...

                      Onurlu olmamak için neden ısrar edilir ki? Onurlu olmaktır oysa, kolay olan!...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Özledim seni...(Can babanın yıldönümü münasebetiyle)

Özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek.... Yazar : CAN YÜCEL

9 Ağustos 2011 Salı

Erkek kısmısına bir tüyo!

                        Kaan ve Mete, standartın dışında bir radyo programı sunan iki genç adamdır!
                        Kaybedenler Kulübü adlı filmden söz ediyorum! Ben daha ilk sahnesinden itibaren  Amerikan bağımsız sinemasına öykündüğünü düşündüm ama yine de sıkılmadan izledim. Türk sineması tarihinde iz bırakacak bir film değilse de ; Nejat İşler hayranları için bulunmaz bir fırsattı bence!  Onun, o insanın içine işleyen , sığınma arayan , huzursuz bakışlarını bol bol izleme şansı veriyordu film!
                       Filmin bir sahnesinde, Mete , Kaan' a şuna benzer bir şey söyler:
_Neden kadınlar, bizi biz yapan özelliklerimize aşık olup, sonra da onları değiştirmeye kalkarlar?
                       Cevabı bu kadar basit bir sorunun filmin ana temalarından biri  gibi sunulmasına şaştım kaldım doğrusu! Yeni nesil bu kadar cahil olabilir mi sahiden?
                        "Peki, cevap ne?" mi dediniz?  Çok basit ,şu!:
                        Erkeklerin kendilerini kendileri yapan özellikleri bir kadın tarafından algılanıp, beğenilip bir de aşık olmaya kadar gidiyorsa,  işte orada kadın için tehlike başlıyor demektir! Zira o dakika , benim aşık olduğum yani seçtiğim  adamın  başka bir  kadının da dikkatini çekme olasılığı doğmuştur! Ya başkası da ona aşık olursa ? Telaş budur artık! Ama eğer erkek, onu kendisi yapan ve bir kadını aşık etme potansiyeli olan özelliklerini gizlerse, başka bir kadının dikkatini çekme şansı zayıflayacaktır! Kadınların erkeği değiştirmeye çalışmak sanılan tavrı, aslında erkekten o özelliklerini başka kadınlara yansıtmaktan geri durması beklentisidir!
                       İnci gibi dişleriyle çok güzel gülüyorsa, başka kadınlara gülümsemesin!
                       Çok güzel gitar çalıyorsa, başka kadınlar şarkılarını dinlemesin!
                       Çok komikse başka kadınları güldürmesin!
                       İnsanın gözünün içine içine bakıyorsa, başka kadınlardan gözünü kaçırsın, bakmasın!
                       Bu beklentilerin sebebi, sanıldığı gibi öncelikli olarak erkeğin bir başkasına aşık olacağından korkmak değildir! Başka bir kadının da o erkeğe aşık olmasından korkmaktır! Bu; önünde sonunda bir rakiple karşı karşıya kalacak olmak demektir çünkü!  Ve  bir rakiple karşılaşan kadın için, artık sadece iki seçenek vardır:
                     1- Savaşır! Sonunda  kazansa da , değişmeye yanaşmayan bir erkek için  bu tip bir savaşa sürekli hazır olması gerektiğini bilir! Her savaşın sonunda onu yeniden kazandıkça, sahibi olduğunu  sanarak kendini kandırmaya devam eder ! Taa ki bir gün savaşı kaybedene kadar! Uğruna savaşlar verdiği adam, bir hoşçakal demeden bir başkasıyla gidene kadar!
                    2- Meydanı derhal rakibe bırakır! Çünkü kadınlık onuru, erkeği bir savaş sonucunda elde edilen bir ganimet, bir mal gibi görmeye engeldir! Değişmeye yanaşmayan erkek, sadece senin olmayı umursamayan erkektir! Bunu bilir! Bu yüzden onun tarafından gururunun kırılmasını  beklemeksizin  terk eden  olmayı yeğler! Bütün acısını göze alarak ...
                    Yazık ki, bir çok erkek bu ayrımları anlamaz, kavrayamaz ve hiç gerekmediği halde  nice onursuz beraberlikler ve nice hüzünlü ayrılıklar yaşanır,...
                   Erkek milleti, size bir tüyo!: Eğer siz de o kadına gerçekten aşıksanız, değişin!
                   Bununla kazanacağınız, değişmemekle kazanacağınızdan  çok fazladır! Hem de çok....